Yargıtay Kararları Işığında Haksız Tahrike Karşı Haksız Tahrik

Çalışmanın PDF formatı için mail gönderiniz.

Bu yazıda Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Bölümünün 29. maddesinde ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik hükümlerinden, haksız fiil neticesinde mağduru tahrik altında bırakan failin, mağdurun bu tahrik altında gerçekleştirdiği tepki fiiline karşılık suç işlemesi halinde haksız tahrik hükümlerinden yararlanıp yararlanamayacağı yani “haksız tahrike karşı haksız tahrik” problemi değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda Yargıtay’ın konuya bakış açısı incelenmiştir.

I-CEZAYI AZALTAN BİR NEDEN OLARAK HAKSIZ TAHRİK

Haksız tahrik kurumu Türk Ceza Kanunu’nun 29. maddesinde düzenlenmiştir: “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine on sekiz yıldan yirmi dört yıla ve müebbet hapis cezası yerine on iki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.”

Haksız tahrik kurumu her şeyden önce cezayı kaldıran bir neden değildir, bu bakımdan özellikle meşru savunmadan birçok yönden ayrılmaktadır. Kanunda öngörülen meşru savunma şartlarının gerçekleştiği vakalarda faile ceza verilmezken haksız tahrikte ise faile ceza verilir ve fakat verilen ceza belirli bir nispette indirilir. Haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadı uyarınca;

a) Haksız fiil mevcut olmalı,

b) Haksız fiilin meydana getirdiği öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalarak suç işlenmeli,

c) İşlenilen suç ruhsal durumunun tepkisi olmalı,                   

d) Haksız tahrik teşkil eden eylem mağdurdan sâdır olmalıdır.

Haksız tahrik kurumunun ne olduğunun veya ne olmadığının daha iyi anlaşılabilmesi için Yargıtay’ın bir kararından somut örnek: Sanık ile mağdur arasında daha önceden mevcut olan bir husumet bulunmaktadır. Olay günü sanık, barda karşılaştığı mağdur ile konuşmak için yanına gitmiş ancak mağdur kendisine küfrederek şişe fırlatmıştır. Bunun üzerine sanık üzerine atılı suçu işlemiştir. Bu kararda sanık lehine haksız tahrik hükümlerinin uygulanmamasından dolayı Yargıtay, hükmü bozmuştur.1 Karardan da anlaşılacağı üzere sanık lehine haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için mağdurdan sâdır olan bir haksız fiil bulunmalıdır. Bu haksız fiil, işlenen suçun failine yönelik olabileceği gibi failin yakınına veya failin yoldan geçerken karşılaştığı bir çocuğa yönelik de olabilir. Birçok durumda beklendiği üzere haksız fiil işlenen suçun failine veya onun bir yakınına yönelmiştir ve fakat bu, haksız tahrik kurumunun bir şartı değildir. Bu noktada önemli olan failin iç dünyasında haksız fiile bağlı olarak bir öfke veya şiddetli elemin meydana gelip gelmediği ve işlediği suçun bu iç dünyasında meydana gelen değişim sonucunda ruhsal bir tepki olarak gerçekleşip gerçekleşmediğidir.

Değinilmesi gereken bir diğer husus da mağdurdan sâdır eylemin muhakkak suç vasfında olmasına gerek olmadığıdır. Kanunun lafzından da anlaşılabileceği üzere Türk Ceza Kanunu, haksız tahrik hükümlerinin tatbiki için mağdurdan sâdır bir suçun değil, haksız bir fiilin varlığını aramıştır. Şüphesiz ki, haksız fiil kavramı suç kavramından daha geniş bir anlama sahip olup hukuken korunan herhangi bir menfaatin hukuka aykırı bir şekilde ihlal edilmesini ifade eder. Türk Ceza Kanunu ve sair kanunlarda düzenlenen suçlar da birer haksız fiildir ancak haksız fiiller bunlardan ibaret değildir. Neticeten, hukuka aykırı bir fiil haksız fiil olarak değerlendirildiği halde suç olmayabilir. Örnek vermek gerekirse; eşler arasında zina eylemi suç olarak düzenlenmediği halde, boşanma ve tazminat gibi hukuki yaptırımların uygulama alanı bulduğu haksız bir fiildir çünkü zina eylemi eşler arasındaki sadakat yükümlülüğünün ihlalini teşkil eder. Bu bağlamda aldatılan eşin, eğer diğer koşullar da mevcutsa aldatan eşe karşı suç işlemesi halinde haksız tahrik hükümleri değerlendirilebilecektir. Aldatılan eşin kendisini aldatan eşini öldürdüğü vakalarda Yargıtay da yerleşik içtihadı uyarınca diğer şartlar da mevcutsa sanık lehine haksız tahrik hükümlerini uygulamaktadır.2

II-İLK HAKSIZ HAREKETİN HANGİ TARAFTAN GELDİĞİNİN TESPİT EDİLEMEMESİ

T.C. Anayasası 38/4’e göre “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6/3’göre de “Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.”

Masumiyet karinesinin bir sonucu olarak şüpheden sanık yararlanır ilkesi, kovuşturma neticesinde aydınlatılamamış yani şüphede kalmış vakalara bağlanan hukuk kurallarının sanık lehine uygulanmasını gerektirmektedir. Örnek vermek gerekirse Ceza Muhakemesi Kanunu 223/1 uyarınca yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması halinde hüküm beraattır. Zira, atılı suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması halinde mevcut bir şüpheden bahsedilir ve bu şüphenin de sanık lehine yorumlanıp suçun sanık tarafından işlenmediğinin kabul edilmesi masumiyet karinesi ve buna bağlı olarak şüpheden sanık yararlanır ilkesinin bir gereğidir.

Haksız tahrik de cezayı azaltan bir neden olarak tartışılmaz ki sanığın lehine bir kurumdur. Nitekim, haksız tahrik hükümlerinin uygulanması halinde sanığa verilecek ceza belirli bir nispette indirilecektir. Ceza Genel Kurulu’nun konuya yaklaşımı da böyledir: “İlk haksız hareketin kimden kaynaklandığı belirlenemediğinden şüpheli kalan bu halden sanığın yararlandırılması suretiyle etkili eylemi hafif haksız tahrik altında gerçekleştirdiği kabul edilmelidir.”3 Aksi kabulde ise sadece şüpheden sanık yararlanır ilkesi ihlal edilmeyecek, herhangi bir tanığı olmayan vakalarda haksız tahrik hükümlerinin uygulanma olasılığı neredeyse imkansızlaşacaktır.

III-HAKSIZ TAHRİKE KARŞI HAKSIZ TAHRİK PROBLEMİ

Bu yazımızın varlık sebebini de oluşturan husus esasında “haksız tahrike karşı haksız tahrik” hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağıdır. Diğer bir ifadeyle, haksız fiil neticesinde mağduru tahrik altında bırakan failin, mağdurun bu tahrik altında gerçekleştirdiği tepki fiiline karşılık suç işlemesi halinde haksız tahrik hükümlerinden yararlanıp yararlanamayacağı problemi. Sözgelimi, evvelden husumeti bulunan maktul ile yolda karşılaşan sanığın hasmına sövmeye başlaması sonucunda maktulün sanığı dövmeye başlaması ve nihayetinde sanığın, bir anlık boşluğu değerlendirip cebinden çıkardığı bıçakla hasmını hayati bölgesinden bıçaklayıp öldürmesi. Bu örnekte de görüleceği üzere “haksız tahrike karşı haksız tahrik” probleminde 3 adet fiil mevcuttur. Birinci fiil, sanığın maktule yönelttiği ve maktul açısından haksız tahrik teşkil eden haksız fiildir ki bu da somut örnek açısından sövme fiilidir yani hakarettir. İkinci fiil, maktulün kendisine yönelen küfürler sonucunda duyduğu öfke neticesinde faili dövmeye başlamasıdır ki bu kasten yaralama fiili açısından bir haksız tahrik söz konusudur. Üçüncü fiil ise sanığın, maktulü hayati bölgesinden bıçaklaması sonucu maktulün hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan kasten öldürme fiilidir. İşte esasen “haksız tahrike karşı haksız tahrik” ile kastedilen, üçüncü fiilin failinin haksız tahrik hükümlerinden yararlanıp yararlanamayacağıdır. Şüphesiz ki ikinci fiil haksız tahrik hükümleri dairesinde kalırken, sanığın kendisinin yol açtığı fiilden ötürü adeta kendi lehine bir sonuç doğurup doğuramayacağı burada problem konusudur.

Hukukun genel ilkelerinden olan ve Latince “nemo auditur propriam turpitudinem allegans” olarak ifade edilen ilkeye göre, kimse kendi kusuruna dayanarak hak iddia edemez veya kimse kendi ayıbından yararlanamaz. Bu ilkeye sıklıkla özel hukuk uyuşmazlıklarında başvurulsa da hukukun genel ilkelerinden olması sebebiyle ceza hukukunda da uygulanabilmesinin önünde bir engel yoktur. Nitekim, Ceza Genel Kurulu da bir kararında ceza muhakemesine katılma kurumuyla ilgili uyuşmazlıkta bu ilkeye açıkça atıf yapmıştır.4

Yazımızın varlık sebebini oluşturan “haksız tahrike karşı haksız tahrik” problemine döndüğümüzde ise sanığın adeta kendi kusuruna dayanarak bir fayda elde etmesi yani haksız tahrik hükümlerinden yararlanıp cezasında indirim yapılması gerçekten de “nemo auditur propriam turpitudinem allegans” ilkesi ile çelişmekte midir? Yargıtay’ın yerleşik içtihadı uyarınca “haksız tahrike karşı haksız tahrik” hükümlerinin uygulanmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Nitekim, Ceza Genel Kurulu güncel bir kararında da bunu açıkça ifade etmiştir: “Yerleşmiş yargısal kararlarda kabul edildiği üzere tahrik uygulamasında kural olarak, haksız bir eylem ile mağduru tahrik eden fail, karşılaştığı tepkiden dolayı tahrik altında kaldığını ileri süremez. Ancak maruz kaldığı tepki, kendi gerçekleştirdiği eylemle karşılaştırıldığında aşırı bir hâl almışsa, başka bir deyişle tepkide açık bir oransızlık varsa, bu tepkinin artık başlı başına haksız bir nitelik alması nedeniyle fail bakımından haksız tahrik oluşturduğu kabul edilmelidir. Karşılıklı tahrik oluşturan eylemlerin varlığı hâlinde, fail ve mağdurun biri diğeri yönünden tahrik oluşturan bu haksız davranışları birbirlerine oranla değerlendirilmeli, öncelik-sonralık durumları ile birbirlerine etki-tepki biçiminde gelişip gelişmediği göz önünde tutulmalı; ulaştıkları boyutlar, vahamet düzeyleri, etkileri ve dereceleri gibi hususlar dikkate alınmalı, buna göre etki-tepki arasında denge bulunup bulunmadığı gözetilerek, failin başlangıçtaki haksız davranışına gösterilen tepkide aşırılık ve açık bir oransızlık saptanması hâlinde, failin haksız tahrik hükümlerinden yararlandırılması yoluna gidilmelidir.”5

Kararda da öncelikle sanığın, gerçekleştirdiği haksız fiil neticesinde karşılaştığı tepkiden dolayı tahrik altında kalamayacağı ilke olarak belirtilmiştir. Fakat Yargıtay’a göre tepki fiili, sanıktan gelen haksız fiile kıyasen açık bir oransızlık yani aşırılık içeriyorsa tepki fiilinin artık tepki fiili olmaktan çıkıp başlı başına ayrı bir fiil olarak değerlendirilmesi gerekir. Yargıtay’ın bu yerleşik içtihadı şu yönden isabetlidir; mağdurda haksız tahrik uyandıran bir fiili gerçekleştiren faile karşı tepki fiili yani ikinci fiil pek çok sebeple -hasımlık gibi- failden gelen birinci fiile kıyasla aşırı yani oransız olabilir. Tepki fiiliyle karşılaşan failin pekâlâ Türk Ceza Kanunu dairesinde meşru savunma hakkı vardır zira tepki fiili meşru savunma niteliğinde olmadığından “meşru savunmaya karşı meşru savunma olmaz” kuralının da ihlali haliyle gündeme gelmeyecektir. Meşru savunmanın koşullarının oluştuğu vakalarda problem yoktur, zaten üçüncü fiil hukuka uygun yapılmıştır. Meşru savunmanın koşullarının oluşmadığı olaylarda ise failin oransız bir tepki fiiline karşılık eylemsiz kalmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Sözgelimi, yukarıda verilen örnekte hasmından dayak yiyen sanığın fırsatını bulduğu anda kaçması beklenebileceği gibi buna karşılık üçüncü fiili yani bıçaklama fiilini gerçekleştirmesi de hayatın olağan akışı içerisinde beklenebilir bir durumdur. İşte Yargıtay bu beklenebilir durumlarda sanığa haksız tahrik hükümlerini uygulamanın hukuka aykırı olmadığı görüşündedir. Böylelikle aşırı bir tepkiyle karşılaşıp suç işlemesi beklenilebilir sanığa ceza tayininde lehine olan bir uygulama yerleşik hale getirilmiştir.          

IV-SONUÇ

Haksız tahrik Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen cezayı azaltan nedenlerden biri olması sebebiyle sanığın lehine bir ceza hukuku kurumudur. Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin gereği olarak haksız tahrik şartlarının oluşup oluşmadığı hususunda şüpheye düşülecek olursa sanığın lehine olan haksız tahrik hükümleri uygulanacaktır. Haksız tahrik şartları ise Yargıtay’ın yerleşik içtihadı ile açıkça belirlenmiştir. Tartışma konusu olan problem ise hukukun genel ilkelerinden olan “nemo auditur propriam turpitudinem allegans” yani “kimse kendi ayıbından yararlanamaz” ilkesinin “haksız tahrike karşı haksız tahrik” durumunda uygulanıp uygulanamayacağıdır. Daha doğru bir ifade ile “haksız tahrike karşı haksız tahrik” olabileceği kabul edilirse “nemo auditur propriam turpitudinem allegans” ilkesi ihlal edilmiş mi olacaktır? Yargıtay’ın yerleşik içtihadı uyarınca bu sorunun cevabı “hayır” olarak verilmelidir. Zira Yargıtay’a göre sanık, aşırılık içeren bir tepki fiiline karşılık suç işlerse şartları mevcut olması halinde haksız tahrik hükümlerinden yararlanabilecektir. Yargıtay’ın gerekçesi ise aşırı bir tepki fiilinin tepki fiili olmaktan çıkıp başlı başına ayrı bir fiil olarak değerlendirilmesi gerekliliğidir. Her ne kadar yerleşik içtihat böyle olsa da tepki fiiline yol açan failin suç işledikten sonra adeta kendi ayıbından yararlandırılmak suretiyle haksız tahrik hükümlerinin uygulanıyor olması “nemo auditur propriam turpitudinem allegans” ilkesi bakımından da kuşkuyla yaklaşılması gereken bir eğilimdir.

Mustafa Ödemiş

21.02.2024

Ceza Hukuku


  1. 3. Ceza Dairesi, 13.06.2016, 34504/13931 ↩︎
  2. Ceza Genel Kurulu, 09.02.2016, 610/43 ↩︎
  3. Ceza Genel Kurulu, 22.10.2002, 238/367 ↩︎
  4. Ceza Genel Kurulu, 12.04.2016, 830/185 ↩︎
  5. Ceza Genel Kurulu, 04.05.2023, 334/253 ↩︎

Türk Ceza Kanunu